Mevlevilikte, "ilahi aşkla tutuşan kalbin bir yansıması" olarak kabul edilen semâ, görkemli görüntüsü ve zarif estetiğiyle Ramazan boyunca hem ülkemizde hem de dünyanın farklı noktalarında insanların ruhuna dokunmaya devam ediyor. Semâ ile ilgili merak edilenleri Kültür ve Turizm Bakanlığı Konya Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu Müdürü Özhan Gültepe ile konuştuk.
Müdür Gültepe, semâ âyinlerinin tarihi gelişimi ile ilgili olarak, “Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ile özdeşleşen ve UNESCO'nun Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi'nde yer alan semâ âyini, Hz. Mevlânâ zamanında belli bir nizama bağlı kalmaksızın dinî ve tasavvufî bir coşkunluk vesilesiyle icrâ edilmekteydi. Ardından Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi dönemlerinden başlayarak Pîr Âdil Çelebi zamanına kadar tam bir disiplin içine alınmış, sıkı bir nizâma bağlanmış; icrâsı öğrenilir ve öğretilir olmuştur.” dedi.
“Semâ sembolik anlamlar taşıyan bir âyindir”
“Semâ, sembolik olarak kâinatın oluşumunu, insanın âlemde dirilişini, Yüce Yaratıcı ’ya olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip ‘İnsan-ı Kâmil’e doğru yönelişini ifade eder.” diyen Gültepe, sema eden canlara "semazen" denildiğini belirterek, “Mevlevilikte ‘dönmek’ tabiri yoktur. Mevlevîler sema eder. Her tarikatın zikir ederken (Allah’ı anarken) kendilerine özgü burhanları vardır. Mevlevîliğin burhanı ise semadır.” dedi. Semâ ayinlerinin Mevlânâ’dan sonra gelenek hâline geldiğini belirten Gültepe, “Mevlânâ’nın vefatından sonra halefi Hüsameddin Çelebi tarafından Cuma namazını müteakip, Kur’an okunduktan sonra toplu hâlde sema yapılması bir gelenek hâline getirildi. Bununla beraber belirli bir zaman ve mekâna bağlı kalmaksızın, çeşitli vesilelerle de semâ yapıldığı anlaşılmaktadır.” ifadelerini kullandı. Gültepe Sema’da yer alan hareketlerin derin anlamları olduğuna dikkat çekerek, “Niyaz vaziyetinde ayakta durması Allah’ın birliğini, tevhidi temsil eder. Sema ederken sağ eli yukarıya sol eli aşağıya bakacak şekildedir. “Allah’tan aldıklarını kendisine mal etmeden halka ulaştırmaktır; bir yokuz; görünüşte var olan; vasıtalık eden bir suretten başka şey değiliz” Aynı mealde “Göğe ağarız, yere yağarız; aleme rahmetiz; sıfatlardan zata varırız; zattan sıfatlar alemine, zuhur alemine geliriz; alemlere rahmet olan Hz. Muhammed’de (s.a.v.) yok olmuşuz biz demektir. Sema vaziyeti sanki ters bir “la” şeklindedir insan gövdesiyle beraber “illa” ya tekabül eder. “la” ve “illa”, Müslümanlığın esas umdesi olan “la ilahe illallah”(Allah’tan başka ilah yoktur) sözünü temsil etmekle beraber mutlak varlığı ispat, ondan başka bütün mevhum varlıkları nefiy (reddetme) esasını içine alır.” Şeklinde açıkladı.
“Semâ âyinlerinin başlangıcı bilinmemektedir”
Dünyanın dört bir yanından izleyicisi olan semâ âyinlerinin başlangıç tarihinin belirsiz olduğunu dile getiren Gültepe, “Semâ’nın bilhassa Mevlevî tekkelerinde âdâb ve erkâna riâyet edilerek bir âyin hâlinde icra edilmeye ne zaman başlandığı bilinmemektedir. Veled Çelebi, Ulu Ârif Çelebi ve Emir Âbid Çelebi dönemlerinde, nihayet Pîr Âdil Çelebi (864/1460) zamanına kadar semâ, yukarıda verilen anlayış üzere tertip edilmiştir. Kaynaklar, semâ âyin ve erkânının son şeklini Pîr Âdil Çelebi döneminde aldığını bildirir. Bu sebeple Âdil Çelebi’ye, Mevlevî tarikatına olan katkısından dolayı ‘Pîr’ lakabı verilmiştir.Yani XV. yüzyıldan itibaren semâ’nın belirli bir erkân üzerine tertiplenmesi sebebiyle, semâ meclisleri tekke haricinde, Mevlânâ dönemindeki düzensiz yapısından çıkarılarak tekke içine alınmış ve ‘mukabele’ ismiyle tören hâline getirilmiştir. Semâ, Pîr Âdil Çelebi zamanında belirli esaslara bağlanmış ve o tarihten itibaren bütün Mevlevî tekkelerinde aynı şekilde icra edilmeye başlanmıştır. Her tekkede aynı şekilde icra edilmesini ise Çelebilik makamı sağlamıştır.” dedi.
“Semâ belli kuralları olan bir zikirdir”
Kültür ve Turizm Bakanlığı Konya Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu Müdürü Özhan Gültepe, semâ’nın kendine özgü kuralları ve teknikleri olan bir zikir şekli olduğunu dile getirerek, “Semâ, belli kuralları ve teknik eğitimi olan bir zikir şeklidir. Semâ eğitimi alırken vücut yavaş yavaş belli eğitimlerle hazırlanarak baş dönmesi ortadan kalkar. Semâ ederken semâzen, her çarhta Allah’ın ismini (İsm-i Celâl) okur ve her selâmın anlamlarını düşünerek bir vecd içinde Allah’ı anar. Burada mühim olan şuursuzca dönmek değil, semâ ederken Allah’ı düşünmektir. Bu sayede Allah’ın sevgisini kazanmaktır. Hissettiklerimize gelince, anlatılamayacak ve yazılamayacak kadar derin bir duygu selidir.” şeklinde konuştu.
“Semâ âyini İslâm topluluklarında yer alan bir âyindir”
Semâ âyinlerinin, bilinenin aksine Mevlânâ ile başlamadığını dile getiren Gültepe, tabiatta her varlığın semâ ettiğini vurgulayarak, “Semâ, Hz. Mevlânâ’dan çok önce de İslâm toplumlarında bilinmekteydi. Hz. Mevlânâ, her hareketi semâ olarak görüyordu ve biliyordu ki zerreden feleklere kadar her şey semâ ederdi. Örneğin arı bal yapmak için semâ eder, kalp sedef otu tohumu gibi aşkın ateşinde semâ eder (Dîvân-ı Kebîr, I, 704 (g. 1867)). Hatta Kur’ân’da ifade edilen; Allah’ın Tûr-i Sînâ’ya tecellî ettiğinde dağın titremesi (el-A’râf, 7/143) hâdisesini, Mevlânâ sevgiliyi temâşâ ederken dağın aşka gelip raks ve semâ etmesine bir îmâ (Mesnevî, 1, 69 (b. 867)) olarak görmektedir.” Dedi.